weather
21°
Instagram
Facebook
Twitter
YouTube
LinkedIn
Kocaeli
HAFİF YAĞMUR
21°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Kocaeli Haberdar Yaşam Türkiye'nin Egemenliği ve Geleceği İçin Yerel Biyolojik Çeşitliliğin Korunması ve Kullanılması

Türkiye'nin Egemenliği ve Geleceği İçin Yerel Biyolojik Çeşitliliğin Korunması ve Kullanılması

Bu makale, "Biyoteknolojinin Ulusal Egemenlik ve Ekonomik Bağımsızlık İçin Stratejik Önemi" başlıklı beş bölümlük dizinin üçüncüsüdür. Bugün, Türkiye'nin benzersiz biyolojik çeşitliliğini korumanın yalnızca bir çevre sorunu olmadığını, aynı zamanda kutsal bir sorumluluk olduğunu; ulusal egemenliğimizin, gıda güvenliğimizin ve gelecekteki refahımızın temeli olduğunu vurguluyoruz.

Türkiye'nin Egemenliği ve Geleceği İçin  Yerel Biyolojik Çeşitliliğin Korunması ve Kullanılması
Okunma Süresi: 11 dk

Bu makale, "Biyoteknolojinin Ulusal Egemenlik ve Ekonomik Bağımsızlık İçin Stratejik Önemi" başlıklı beş bölümlük dizinin üçüncüsüdür. Bugün, Türkiye'nin benzersiz biyolojik çeşitliliğini korumanın yalnızca bir çevre sorunu olmadığını, aynı zamanda kutsal bir sorumluluk olduğunu; ulusal egemenliğimizin, gıda güvenliğimizin ve gelecekteki refahımızın temeli olduğunu vurguluyoruz. Yerel tohum ticaretinin yasaklanması, yanmış ormanlık alanlara inşaat izni verilmesi, derelerin hidroelektrik santralleri ile kısıtlanması ve 2024'teki İliç felaketi gibi yanlış politikalar, hem doğal mirasımızı hem de Türkiye'nin biyoteknoloji alanında lider olma potansiyelini tehdit ediyor. Bu zengin toprakların bekçileri olarak, Türkiye'nin doğal hazinelerini korumak ve kullanmak bizim görevimiz ve hakkımızdır, böylece milletimizin geleceğini güvence altına alabiliriz.

Türkiye sıradan bir ülke değil. Coğrafyası, üç kıta arasında yer alarak sayısız yaşam formuna ev sahipliği yapıyor. Doğunun karla kaplı dağlarından batının verimli ovalarına kadar, her santimetrekaresi, binlerce yıllık evrimin şekillendirdiği hazineler barındırıyor. Bu hazineler sadece güzel değil, aynı zamanda hayati öneme sahip. Türkiye'yi daha güçlü, daha sağlıklı ve daha bağımsız kılmak için gereken gücü taşıyorlar. Ancak, son kararlar bu değerli doğal hediyeyi aşındırma tehlikesi yaratıyor. Biyolojik çeşitliliğimiz, geleceğimizin temeli olması gerekirken, kısa vadeli ve dikkatsiz politikalar tarafından zayıflatılıyor.
 

Bir millet olarak kendimize şu soruyu sormalıyız: 
Toprağımızın yabancı çıkarlar ve kısa vadeli kazançlar için yok edilmesine izin mi vereceğiz? Yoksa Türkiye'nin güçlü ve bağımsız kalmasını sağlamak için doğal zenginliklerimizi koruma mücadelesine mi gireceğiz?

Yerli Tohum Ticareti Yasağı: Türk Çiftçisine ve Türk Tarımına Yapılan Bir Darbe
 

2006 yılında çıkarılan yasa, Türk çiftçisinin tarih boyunca süregelen bağımsızlığını ciddi şekilde zayıflatmıştır. Bu yasa, geleneksel yerli tohumların ticaretini yasaklayarak, çiftçilerimizi sertifikalı ticari tohumlara mahkum etmiştir. Bu tohumlar, genellikle yabancı şirketler tarafından ithal edilen, patentli ve kontrollü tohumlardır. Ancak bu yasa, yalnızca tohum ticaretini kısıtlamakla kalmadı; Türk tarımının köklerine ve çiftçimizin özgürlüğüne vurulmuş ağır bir darbe haline geldi. Yüzyıllardır toprağımızla iç içe olan ve coğrafyamızın zorlu koşullarına adapte olmuş yerli tohumlarımız, bir anda çiftçilerimizin elinden alındı.

 

Çiftçi ve Tohum: Tarihsel Bir Bağ
 

Çiftçi, sadece ekim yapan kişi değildir; çiftçi, toprağın dilini konuşan, tohumu eken ve geleceği biçen kişidir. Bizim çiftçilerimiz, atalarından kalan tohumları, bilgelik ve emekle nesilden nesile aktarmışlardır. Bu tohumlar, Türkiye’nin dört bir yanında, Ege’nin bereketli ovalarından İç Anadolu’nun kurak bozkırlarına kadar, ülkemizin zorlu iklim ve coğrafi koşullarına adapte olmuştur. Her bir tohum, sadece bir ürün değil, toprağımızın ve çiftçimizin ortak hikayesini taşır. Bu tohumlar, Türkiye'nin coğrafi zenginliğine göre geliştirilmiş ve binlerce yıllık bir tarımsal mirasın sembolüdür.
 

Yasayla birlikte çiftçilerimiz, bu köklü mirastan koparıldı. Artık kendi tohumlarını saklayamayan, takas edemeyen ve ekemeyen çiftçiler, yabancı şirketlerin sunduğu tek tip ve patentli tohumlara bağımlı hale geldiler. Bu, yalnızca çiftçilerimizi güçsüz kılmakla kalmadı; aynı zamanda Türkiye’nin tarımsal bağımsızlığını tehlikeye atan bir durum yarattı.
 

Yerel Tohumların Önemi: Milli Tarımın Sigortası
 

Yerli tohumlarımız, sadece bugünün mahsulünü değil, gelecekteki gıda güvenliğimizi garanti altına alır. Bu tohumlar, Türkiye’nin çeşitli iklim koşullarına dayanıklıdır; kuraklık, aşırı sıcaklık ve zararlılar gibi tehditlerle başa çıkabilecek genetik çeşitliliği taşır. Ticari tohumlar ise genellikle homojen ve sadece belirli koşullarda yüksek verim sağlamak üzere tasarlanmıştır. Ancak bu tohumlar, zorlu çevre koşulları karşısında başarısız olabilir. İthal tohumlara bağımlı hale gelmek, tarımımızı savunmasız bırakır. Eğer dışarıdan getirilen bu tohumlar başarısız olursa, çiftçilerimiz neye başvuracak? O zaman yerli tohumlarımızı neden yok ediyoruz?
 

Yerli tohumlarımız, aynı zamanda Türk çiftçisinin gururudur. Bu tohumlar, dededen toruna aktarılan bir mirasın ürünüdür. Her bir tohum, Türk çiftçisinin alın teriyle ve toprakla olan uzun yıllar süren ilişkisiyle geliştirilmiştir. Yerli tohumlar, yabancı şirketlerin sunduğu patentli tohumlara karşı, millî tarımın sigortasıdır. Çünkü bu tohumlar, yalnızca bir sezonun değil, geleceğin de güvencesidir.
 

Tohum Ticareti Yasağının Sonuçları: Çiftçimizi Zayıflatıyor
 

Bu yasa, sadece tohumları değil, Türk tarımının ruhunu hedef aldı. Çiftçilerimiz, artık kendi tohumlarını ekemedikleri gibi, her yıl yabancı şirketlerden yeni tohumlar almak zorunda bırakılıyor. Bu durum, tarımın en temel ilkesini yok ediyor: Özgürlük ve sürdürülebilirlik. Eskiden çiftçiler, hasat ettikleri ürünlerden aldıkları tohumları gelecek yıl için saklar, kendi tohumlarını üretirlerdi. Bu sürdürülebilir döngü, hem maliyetleri düşük tutar hem de tarımın devamlılığını sağlar. Ancak yabancı tohumlarla çiftçilerimiz her yıl tohum satın almak zorunda kalıyor, bu da onları maddi açıdan daha da bağımlı hale getiriyor.

Bir diğer sonuç ise genetik çeşitliliğin azalması. Yerli tohumların yasaklanması, Türkiye’nin tarımsal çeşitliliğini de yok ediyor. Oysa her bölgenin kendine has bir tarımsal mirası vardır; örneğin İç Anadolu’nun kuraklığa dayanıklı buğday çeşitleri ya da Karadeniz’in zengin mısır tohumları. Bu çeşitlilik, sadece Türkiye’nin zenginliğini değil, aynı zamanda gelecekteki tarımsal dayanıklılığımızı da temsil eder. Tek tip yabancı tohumlara dayalı tarım sistemi ise, bu mirası yok etmekte ve Türkiye’nin gelecekteki tarımını savunmasız bırakmaktadır.
Yerli Tohumların Yeniden Güçlendirilmesi: Tarımsal 

Bağımsızlığın Tek Yolu
 

Türk tarımının geleceği, yerli tohumlarımızın yeniden güçlendirilmesine bağlıdır. Eğer yerel tohumlarımızı korumazsak, sadece çiftçilerimizin bağımsızlığını kaybetmekle kalmayacağız, aynı zamanda Türkiye'nin tarımda kendi kendine yetme gücünü de kaybedeceğiz. Yerli tohumlar, sadece bir mahsul değil, Türk çiftçisinin geleceğinin teminatıdır.
Tarım, sadece ekim ve hasat işi değildir; bir milletin kendine olan güveninin göstergesidir. Eğer topraklarımızda kendi tohumlarımızı ekemiyorsak, gıdamızı üretemiyorsak, nasıl tam bağımsız olabiliriz? Türk tarımının kalbi olan çiftçilerimizi desteklemek, yerli tohumlarımızı korumak ve bu tohumları tekrar kullanmalarını sağlamak, Türkiye’nin tarımsal bağımsızlığı için atılacak en önemli adımdır.
 

 

Sonuç: Türk Çiftçisinin Gücü, Türkiye’nin Gücüdür!
 

Çiftçilerimiz, Türkiye’nin omurgasıdır. Onlar, toprakla en güçlü bağa sahip olan, toprağı işleyerek hem kendileri hem de milletimiz için hayat yaratan kişilerdir. Yerli tohumlar ise bu bağın en önemli parçasıdır. Eğer çiftçilerimize yerli tohumlarını ekme ve yayma özgürlüğünü geri vermezsek, sadece tarımsal geleceğimizi değil, ulusal bağımsızlığımızı da tehlikeye atarız.
Türkiye'nin tarımsal gücü, yerli tohumlarımızda yatmaktadır. Bu tohumlar, yalnızca gıda üretimimizi değil, aynı zamanda egemenliğimizi temsil eder. Çiftçilerimizi yeniden topraklarının efendisi yapmak, Türkiye’nin tarımda bağımsızlığını yeniden kazanması için şarttır. Tohumlarımızı koruyarak, çiftçilerimizi destekleyerek ve yerli üretimi güçlendirerek, Türkiye’nin tarımsal geleceğini güvence altına alabiliriz. Yerli tohum, yerli çiftçi, bağımsız Türkiye! Şuuru ile hareket etmek zorundayız. 
Şimdi canımızı yakan bir başka alana bakalım.
 

Yanmış Ormanlar ve İnşaat: Topraklarımıza Yapılan Kısa Vadeli Saldırı
 

Türkiye'nin ormanları, milletimizin akciğerleri gibidir. Temiz hava sağlarlar, karbonu emerler ve erozyonu önlerler. Sayısız bitki ve hayvan türüne ev sahipliği yaparlar ve birçoğu sadece Türkiye'de bulunur. Ancak daha da önemlisi, ormanlarımız geleceğimizin potansiyelini taşır—tıbbi buluşlar, tarımsal ilerlemeler ve ekolojik denge için gerekli olan potansiyel.
Son yıllarda, orman yangınlarının Türkiye'yi harap ettiği durumlarda, bu ekosistemlerin kendini doğal olarak yenilemesine izin vermek yerine, bu alanlarda inşaat projelerine izin verildi. Bu karar, çevresel bir hata olmanın ötesinde, Türkiye'nin doğal zenginliğine yapılan bir ihanettir.
Ormanlar yok edildiğinde sadece ağaçları kaybetmiyoruz. Bütün ekosistemleri kaybediyoruz; her bitki ve hayvan, çevrenin sağlığında bir rol oynar. Gelecekteki biyoteknolojik keşifler için sahip olduğumuz potansiyeli kaybediyoruz; yeni ilaçlar veya tarımsal yenilikler gibi keşifler, bu ormanların yok edilmesiyle birlikte kayboluyor. Bu ormanları yok etmek, geleceğimizi gözlerimizin önünde yakmak gibidir.

Hidroelektrik Santralleri: Türkiye'nin Nehirlerinin Yaşam Kaynağını Kısıtlamak
 

Türkiye'nin nehirleri, sadece su kaynakları değil, toprağımızın yaşam damarlarıdır. Yüzyıllardır mahsullerimizi beslemiş, halkımızı ayakta tutmuş ve Türkiye'yi eşsiz kılan ekosistemleri desteklemişlerdir. Ancak bugün, bu nehirler ve dereler, hidroelektrik santralleri için kısıtlanmakta, hatta kurutulmaktadır.
Yenilenebilir enerji önemli olsa da, kontrolsüz hidroelektrik gelişimi ağır bir bedel gerektirir. Bu barajlar, suyun doğal akışını kısıtlar, suya bağlı ekosistemleri bozar ve çoğu zaman yerel halkın yaşamlarını tehlikeye atar. Karadeniz bölgesinde olduğu gibi, bir zamanlar canlı akan dereler, kuraklığa dönüşmüş, çevre ve tarım için yıkıcı sonuçlar doğurmuştur.
Örnek Olay: Artvin’in Hidroelektrik Santrallere Karşı Mücadelesi
Artvin halkı, nehirlerinin yok edilmesine karşı ayaklanmış, bu su sistemlerinin bir kez kaybedildiğinde geri gelmeyeceğini anlamışlardır. Bu nehirler, bölgedeki hayatı yüzyıllardır beslemiştir ve hidroelektrik santrallerin kontrolsüz inşası, sadece çevreyi değil, çiftçilerin ürünleri için temiz suya bağımlı yaşamlarını da tehdit etmektedir. Doğal güzelliklerimiz ve ekolojik zenginliğimizle övünen bir ülke olarak, bu uygulamalara göz yummak topraklarımıza ihanettir.


İliç Felaketi: Türkiye Topraklarının Zehirlenmesi

2024 yılında Türkiye, İliç, Erzincan'da yaşanan altın madeni operasyonu nedeniyle en büyük çevre felaketlerinden birini yaşadı. Bu felaket, tehlikeli siyanür maddesinin Karasu Nehri'ne sızmasına neden oldu. Bu olay, sağlığımız ve topraklarımız üzerindeki tehlikeleri gözler önüne seren bir uyarı niteliğindeydi.
 

Siyanür, altın çıkarmak için kullanılan ölümcül bir kimyasaldır, ancak nehre sızdığında suyu, toprağı ve ekosistemi zehirledi. Ürünler tahrip oldu, balıklar öldü ve yerel topluluklar sağlıkları için korku içinde kaldılar. Bu felaket sadece bir çevre sorunu değil, ulusal güvenlik krizi. Toprağımız ve suyumuz, yabancı madencilik operasyonları için zehirleniyor, bizi zayıf ve bağımlı hale getiriyor.
 

Bu hiçbir bağımsız millet için kabul edilemez—özellikle de kendine yetebilen ve binlerce yıllık geçmişine sahip Türk milleti için. 
 

İliç felaketi, dönüm noktası olmalı; artık yeter demeliyiz. Toprağımızı, kaynaklarımızı ve geleceğimizi kısa vadeli kazançlar uğruna harcayanlardan geri almalıyız.

Türkiye'nin Doğal Mirasını Korumak: Ulusal Bir Görev
 

Türk milliyetçileri ve vatanseverler olarak, toprağımız en büyük hazinemizdir. Biyolojik çeşitliliğimiz—tohumlarımız, ormanlarımız, nehirlerimiz ve toprağımız—egemenliğimizin temelidir. Bu varlıkları yok eden dikkatsiz politikalara izin veremeyiz. Türkiye'nin güçlü kalmasını sağlayacak olan, doğal mirasımızı korumaktır. 
 

Daha güçlü ve bağımsız bir Türkiye için atılması gereken adımlar biliniyor. Çok imkansız bir durum yok ortada. Sadece milli bir siyasi irade yeterlidir. Bugün ve gelecekteki tüm siyasi iradelerden Türk milleti olarak talebimizdir:

1. Yerel Tohum Ticareti Yasağını Kaldırın: Çiftçilerimiz, nesiller boyunca aktarılan tohumları kullanma hakkına sahip olmalıdır. 

Bu tohumlar, Türkiye’nin tarımsal bağımsızlığının ve direncinin anahtarıdır.
 

2. Yanmış Ormanlarda İnşaatı Durdurun: Ormanlar, milletimizin doğal kaleleri. Kendiliğinden yenilenmelerine izin vermeli ve hayatta kalmalarını tehdit eden inşaat projelerini durdurmalıyız.
 

3. Hidroelektrik Santralleri Düzenleyin: Yenilenebilir enerji önemlidir, ancak Türkiye’nin nehir ve ekosistemlerinin hayatta kalması pahasına olmamalıdır. Su kaynaklarımızı aşırı gelişmeden korumak için daha sıkı düzenlemelere ihtiyaç var.
 

4. Madencilikte Siyanür Kullanımını Yasaklayın: İliç felaketi, yabancı madencilik şirketlerinin topraklarımızı zehirlemesinin tehlikelerini gösterdi. Türkiye, madencilik faaliyetlerinde siyanür kullanımını yasaklamalı ve toprağımızı, suyumuzu korumalıdır.
 

5. Yerel Türler Üzerine Biyoteknolojik Araştırmalara Yatırım 

Yapın: Türkiye'nin biyolojik çeşitliliği, gelecekteki tıbbi, tarımsal ve çevresel atılımlar için anahtardır. Araştırmalara yatırım yaparak, doğal kaynaklarımızın potansiyelini ortaya çıkarabilir ve yabancı teknolojilere bağımlılığımızı azaltabiliriz.
 

Sonsöz: Türkiye’nin Biyolojik Çeşitliliği Geleceğimizin Temelidir

Türkiye'nin gücü ve bağımsızlığı, toprağına, halkına ve doğal kaynaklarına bağlıdır. Biyolojik çeşitliliğimiz, sadece bugünün kaynağı değil, daha güçlü ve kendine yeter bir Türkiye inşa edeceğimiz temeldir. Doğal mirasımızı koruyarak, sadece çevreyi değil, milletimizin egemenliğini ve geleceğini de güvence altına alıyoruz. 
 

Bu dizinin bir sonraki makalesinde, biyoteknolojinin ulusal sağlık güvenliğini nasıl sağladığını keşfedeceğiz; aşı geliştirmeden, yerli ilaç üretimine kadar, bu yenilikler Türkiye’nin bilim ve teknolojideki liderliğini daha da güçlendirecek ve küresel arenada bağımsızlığımızı garanti altına alacaktır.

Yazan : Özgür Kaleözü

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *